hikaye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hikaye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Ocak 2023 Salı

Kışın Yapılan Ufak Şımarıklıklar

Kış mevsimi belki birçoğumuzun sevmediği bir mevsim ama kış mevsiminin de kendine has keyifli yönleri var. Özellikle çocukluk yıllarımızda yaşadığımız kışlar bir ayrı keyifliydi ama biz o yıllarda bunun farkında değildik. Hepimizin yaptığı ufak şımarıklıklar vardı. Sobanın üstünde pişirilen kestaneden yemek, portakal kabuğunu sobanın üzerine koymak, soba başında oturup salep içmek, halının üzerine bağdaş kurup akrabalarla tombala oynamak bunlardan benim hatırladıklarım. Evde tek bir televizyonun olduğu internetsiz kış akşamları... Dışarıda belki ayaz var, belki de lapa lapa kar yağıyor. Cuma akşamıysa neşelisin. Çünkü ertesi gün okul yok. Pazar akşamıysa hüzünlüsün. Çünkü yarın Pazartesi. Banyo yaptıktan sonra televizyonun karşısında Bizimkiler izlerken kendini buluyorsun. Her hafta sonu yaşanan bir rutin. Bugünün penceresinden bakıldığında ne kadar monoton görünse de bugünlerden daha keyifli, güzel günler olduğunu da bir gerçek. Çünkü daha sıcak ve kalabalık aile ortamı var. Kış mevsimleri de kış gibi hani. Soğuk hava iliklerine kadar işler. Eve gelir gelmez kuzineli sobanın başında kendini bulursun. Televizyonda da bir çizgi film bulmuşsun. Pijama, terlik, televizyon. Deme keyfine...

Son yıllarda kış mevsimleri her ne kadar daha ılık ve daha yalnız geçse de (özellikle 2023 kışı) evde yapılacak aktiviteler az değil. Eskisi gibi keyif alınır mı yoksa gelecekte bugünler de yad edilir mi bilinmez ama geçmişten kalan alışkanlıklar bir nebze sürdürülebilir diye düşünüyorum. Dijitalleşen yaşamlarımızda birlikte 1000 km uzaktaki bir arkadaşınızla, sanki aynı odadaymış gibi görüntülü sohbet edebilir, tavla oynayabilir ve hatta onu mars edebilirsiniz. Bendeniz geçen hafta İstanbul'da oturan bir dostumla internet üzerinden satranç oynadım ve onu zorlanmadan yendim. Bir taraftan da 90'lar pop radyosundan şarkılar dinledim. Ara sıra dinlerim. Bilhassa kış akşamlarında ilaç gibi gelir. Bu da benim ufak şımarıklığım sayılır. Bu ufak şımarıklıkların yıllar geçtikçe daha ufak parçalara ayrıldığını da hissetmiyor değilim. Hayat gailesinde stres debisi yükseldikçe kişisel keyifler daha az yaşanıyor ve bu keyifli anlar, çocukluk yıllarının aksine düşünceli geçiyor.  

20 Ocak 2023 Cuma

Tost Hayatı

Bir 29 Şubat günü dostum Mazharla ani bir karar verip ''Haydi tost yemeye gidelim.'' dedik. Mazharla benzer yönlerimiz aynı olmakla beraber tostumuzu da karışık severdik. Yani durumumuz statikti. Bu bilmem kaçıncı tost yemeye gidişimizdi. Kaşar eski, sucuk kasap, tostçu Ayvalıklıydı. Aynı kaldırımlardan yürüyüp sapa yerdeki tostçumuza varıncaya dek hoşbeş eder, aylak bir izlenim sunardık.

Tostçuya vardık ve iki karışık sipariş ettik. Mazhar birkaç dakika sonra tostçuyla iyice ahbap olduğundan olsa gerek onun gücenmeyeceğini düşünerek uygar olmayan bir üslupla ''Lan oğlum nerede kaldı bizim tostlar?'' dedi. ''Çıkıyor kardeş'' cevabı gecikmedi. Mazhar bana döndü ve ''Ee Emir bizim hayatımız da tost yemekle geçiyor. Böylesi bir yaşantı için soğuk bir espri yapmanın vakti geldi.'' dedi. ''Dur yapma!'' dedim ama nafile. ''Başkaları dost hayatı yaşıyor, biz de tost hayatı yaşıyoruz. Hehehe!'' deyiverdi. Bu soğuk espriye karşı ona soğuk bir şekilde baktım ve gülmedim. Bu sırada tostlarımız geldi.

Mazhar birkaç büyük ısırıkla yine tostunu benden önce bitirdi. Ayranın son yudumu ile son lokmasını yine aynı ana denk getirdi. Üstüne geğirdi. Daha sonra hesabı ödeyip masadan kalktık ve durağan yaşantımızdaki bir başka noktaya hareket ettik. Bugünün diğer günlerden tek farkı 4 senede bir geliyor oluşuydu.

1 Mart 2020 Pazar

Pastane Sokağı

Mersin’de güzel, güneşli bir gün yaşanıyordu. Ne çok sıcak; ne de çok soğuk olan bu günün öğleden sonra diye tabir edilen zaman dilimindeydim. Öğlen yemeğimi yiyeli fazla olmamıştı. Hafif tokluk rehavetiyle çöken hafif bir uyku hali, bende mayışmış bir izlenim yaratmıştı. Bu durumumu göz önüne alarak, kendimi tatlı yemem gerekliliğine inandırdım. Bir pastanede yiyeceğim hafif bir tatlı, beni canlandırabilirdi.
Yenişehir’de bir sokakta tüm bu düşüncelerle yürürken burnuma vanilya kokuları geliyordu. Bu koku bir pastaneden mi geliyordu? Yoksa bende oluşan düşüncelerin psikolojik bir sanrısı mıydı? Bir müddet kokunun nerden geldiğini anlamaya çalıştım. Sonunda bu aromanın avare bir şekilde dolaştığım sokağın köşe başındaki pastaneden geldiğini anladım. Bu pastane, dış görünüşü itibariyle envai çeşit tatlılar, pastalar sunan bir mekân havasındaydı. Rafların nizam palası da ne kadar ciddi bir müessese olduğunu kanıtlar gibiydi. Derhal Kaplan’ı aradım. 1 saat sonra bir kahvede olan randevumuzu ricam sayesinde bu hoş pastaneye aldırdım.
- Alo. Kaplan nerdesin? Göçmen civarında bir pastane keşfettim.
- Mutfaktayım baboş. Eğitim veriyordum. İş, yeni bitti.
- 1 saat sonra buraya gel de, bu pastaneye gidelim.
- Yevmiyemi bekliyorum. Tamam gelirim.
Aradan 1 saat geçmişti. Kaplan nihayetinde buluşma mevkisine geldi. Buluşma yerine geldiği vakit, havadaki vanilya aromasının o da farkına vardı. Dili, tadı iyi aldığı kadar burnu da bu hususta pek hassastı. Adeta lezzet detektörü olan Kaplan ile bu Pastane’ye güvercin adımlarla ilerlemeye başlamıştık. Pastane kapısına vardığımızda Kaplan, beyaz spor ayakkabısının tabanını yerdeki yeşil, oval paspasa haşin bir şekilde sürtüp önden pastaneye girdi. Hemen arkasından ben de teşrif ettim. Bu sırada pastane çalışanları arasında bir fısıldanma sezdik. Ayaklı lokanta fihristi Kaplan’ı tanımış olmalıydılar. Yerel gazetelerin köşe yazılarında ara sıra adı geçen ve fotoğrafı yayınlanan bir gurmeyi tanımamak, ayıp olarak nitelendirilebilirdi. Neyse ki böyle bir ayıp söz konusu değildi. Pastane’de bir masaya oturduktan birkaç dakika sonra işyeri sahibi Memoş Bey, önünü iliklediği fiyakalı takım elbisesi ve 2 numara gözlüğüyle masamıza teşrif etti.
- (Memoş) Aman efendim kimler gelmiş. Hoş geldiniz.
- (Kaplan) Hoşbulduk.
- (Memoş) Kaplan Bey sizsiniz galiba. Ben Memoş. Adınızı çok duyduk. Bizi şereflendirdiniz. Önceden haber verseydiniz bir karşılama yapardık.
- (Kaplan) Valla gideceğimiz yere gidiyoruz Memoş. Böyle şaşalı tavırlara karşıyız.
- (Memoş) İsterseniz gelin, size kısaca mutfağımızı gezdireyim.
- (Kaplan) Olur Memoş, severim mutfakları. Galoş var mı baboş?
- (Memoş) Tabii ki efendim, tabii ki…
Kaplan’ın bir mutfak gezintisine eşlik ediyordum. Kaplan, mutfakta eksik bulduklarına ekşi ekşi bakmış, beğendiği hususları da ‘’vauv’’ nidalarıyla dışa vurmuştu. Mekân sahibi Memoş Bey için Kaplan’dan alacağı not önemliydi. Çünkü Kaplan, bu pastane’yi boğazına düşkün yakın çevresine anlatacak; bununla da yetinmeyip belki bir yerel gazetenin arka sayfalarında bir yerde tavsiye edecekti. Bu yüzden Memoş Bey, Kaplan’ın üzerine bu kadar titremiş, onun nazarında prestij kazanmak için yağcılık yapıp, Kaplan’ın gönlünü şen sözleriyle şöyle bir okşayıp geçmişti.
İşletmenin genel hatlarıyla hijyenik bulduğumuz mutfağını gezdikten sonra masamıza geçip siparişi verdik. Kaplan ile mönüyü inceledikten sonra fırın sütlaç yeme kararı aldık. Aradan fazla zaman geçmeden Pastane sahibi Memoş Bey, bir garson edasında siparişlerimizi masamıza getirip afiyet diledi. Ayrıca sütlacını da methetmeden geçmedi.
- (Memoş) Efendim Sütümüz son derece doğaldır. Benim bacanak mandıra sahibi. Sütün en hasını o mandıradan tedarik edip, sütlü tatlılarımızı bu sütle yapıyoruz.
- (Kaplan) Öyle mi Memoş? Bak buna sevindim. Zaten seni görür görmez organik düşkünü olduğunu sezmiştim. Aferin sana.
- (Memoş) Aman efendim, teveccühünüz…
Memoş Bey yanımızdan ayrılırken Kaplan, onun cebine bahşiş mahiyetinde 5 liralık bir banknot koyup, onu adeta şereflendirdi. Memoş Bey’in bu sıradaki tavrı da istemem yan cebime koy kıvamındaydı.
Sütlacın geri kalan kısmını da yiyip hesabı ödedikten sonra mekândan ayrıldık. Bu pastane macerasından aklımda kalanlar sadece hoş bir vanilya kokusu ve fırın sütlacın hafif yanık tadı değildi. Kaplan sayesinde gördüğüm ayrıcalıklı bir müşteri muamelesi de beni etkilemişti. Keşke müşteri ayırt etmeksizin herkese böyle davranılsa diye iç geçirdim.
Bu serüvenden sonra o pastanenin ve bulunduğu sokağın bende ayrı bir yeri oldu. Bu vanilya kokusunu soluduğum sokak benim için artık Pastane sokağıydı. Beni mayışmış halimden canlandıran parke taşlı geniş bir sokak…
Emir Erten 

İspanyol Lokantası

Lokantalarıyla ünlü yarı elit bir caddenin dar kaldırımlarında yürüyordum. İçerisinde bulunduğum muhit, Kaplan’ın malikânesinin bulunduğu yere yakındı. Belki de Kaplan’ın evinin yakınlarda olmasıyla kentin ünlü lokantalarının neredeyse iç içe olmasında bir neden sonuç ilişkisi vardı. Lokantalar dış görünüşleri itibariyle birbirleriyle şıklık konusunda yarışıyor gibiydiler. Belki bu, Kaplan gibi yemek konusunda hikmet sahibi, damağına hâkim, boğazına düşkün; lakin dengeli beslenen birisine yaranmak içindi. Envai çeşit lokantanın ortak gayesi yine bir gün daha Kaplan gibi birini ağırlamak ve bu sayede prestij kazanmaktı. Acaba şanslı lokanta bu rüzgârlı cumartesi günü hangisi olacaktı?
Bu gün Kaplan ve Tomrukla bir kitapçıda buluşup edebi tartışmaların içerisine girecektik. Niyetimiz karşılıklı görüş alış verişinde bulunup; birbirimizi aydınlatmak, eksik noktalarımızı saptamaktı. Kitapçıda her zamanki gibi mutfakla ilgili kitapların olduğu reyondaydık. Kitapların simetrik bir şekilde istiflendiği bu reyonda kitaplardaki yazılardan çok görsellerle ilgilenmiştik. Bu, şüphesiz bize acıktığımızı hissettirmişti. Aç karnına sağlıklı görüş alışverişinde bulunamayacağımıza karar verip ivedi olarak kendimizi bir lokantaya atma kararı aldık. Bu kararı almadan önce de gözlerimizin içine bakmıştık. O an gözlerimiz ayna gibi tüm çıplaklığıyla acıktığımızı ele vermişti.
- (Kaplan) Ben acıktım. Kitapçıya sonra mı gelsek?
- (Tomruk) Yahu ben de acıktım. Bir ağaçkakan karnımı tırtıklıyor sanki.
- (Emir) Siz acıktıysanız ben hayli hayli acıktım. Zaten sabah pek bir şey yemedim. Ee Kaplan nereye gidelim. Sen civarı iyi bilirsin.
- (Kaplan) Baboş, şu 100 metre ilerde bir İspanyol lokantası var. Paella yeriz. Ucuz da hani. Tam kesemize göre. Ben tam not verdim.
- (Emir&Tomruk) Oley…
Kitapçıdan hemen ayrılıp kaldırımda yürümeye başladık. Yol boyunca Kaplan bize civarı tanıtıyor, lokantalar hakkında bilgiler veriyordu. Lokantalara o kadar hâkimdi ki mönülerini neredeyse ezbere biliyordu. Tomrukla beraber bu duruma o kadar çok şaşırmamıştık. Gurme olarak ün yapmış birisinin bu kadar bilgi sahibi olmasını yadırgamamak gerekirdi.
Şen lakırdılar arasında bu küçük İspanyol lokantasına vardık. İspanyol lokantası olmasına rağmen Türk mutfağından da yemeklerin olması hoştu. Masaya oturur oturmaz Kaplan, garsona işaret parmağıyla hareket yapıp sipariş vereceğini hissettirdi. Kaplan, masada fazla beklemeyi sevmediği için bu işaret parmağı bir müddet sonra orta parmağa dönüp müstehcen bir izlenim de yaratabilirdi. Neyse ki garson hemen geldi ve siparişi bir hamleyle aldı.
- (Kaplan) Yeğenim bize oradan 3 porsiyon paella. Bol olsun. Esirgeme ha!
- (Garson) Hemen ağabeylerime oradan 3 paella çek.
Hemen akabinde içeriden gür bir sesle bir personelden kendinden emin bir şekilde ‘’Peki’’ kelimesini duyduk. Lokanta’nın fazla kalabalık olmaması, siparişlerimizin en kısa zamanda geleceğine işaretti. Bir müddet bekleyince öngörümüzün doğru olduğunu anladık. Siparişler gelmişti.
- (Garson) İçecek ne istersiniz?
Kaplan, Tomruk ve ben, bu gizemli yemeğin yanında Şalgam içmeye karar verdik. Farklı bir lezzet deneyimi olacaktı. Bir taraftan İspanyol yemeği paella yedik. Bir taraftan hakiki Adana şalgamımızı yudumladık.
Serin hava dışarıda tüm şiddetiyle esmeye devam ederken biz bir öğünü daha bitirmiş ve kitapçıya tekrar gitmek niyetiyle hesabı ödeyip, masadan kalkmıştık.
Emir Erten 

Simyagerler Sempozyumu

  Simyagerler Sempozyumu “Maddeyi Anlamak, Zamanı Dönüştürmektir” Saygıdeğer simyagerler, bilgelik yolcuları, kadim sırların çağrısına kulak...

Etiketler