literature etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
literature etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Mart 2020 Pazar

Pastane Sokağı

Mersin’de güzel, güneşli bir gün yaşanıyordu. Ne çok sıcak; ne de çok soğuk olan bu günün öğleden sonra diye tabir edilen zaman dilimindeydim. Öğlen yemeğimi yiyeli fazla olmamıştı. Hafif tokluk rehavetiyle çöken hafif bir uyku hali, bende mayışmış bir izlenim yaratmıştı. Bu durumumu göz önüne alarak, kendimi tatlı yemem gerekliliğine inandırdım. Bir pastanede yiyeceğim hafif bir tatlı, beni canlandırabilirdi.
Yenişehir’de bir sokakta tüm bu düşüncelerle yürürken burnuma vanilya kokuları geliyordu. Bu koku bir pastaneden mi geliyordu? Yoksa bende oluşan düşüncelerin psikolojik bir sanrısı mıydı? Bir müddet kokunun nerden geldiğini anlamaya çalıştım. Sonunda bu aromanın avare bir şekilde dolaştığım sokağın köşe başındaki pastaneden geldiğini anladım. Bu pastane, dış görünüşü itibariyle envai çeşit tatlılar, pastalar sunan bir mekân havasındaydı. Rafların nizam palası da ne kadar ciddi bir müessese olduğunu kanıtlar gibiydi. Derhal Kaplan’ı aradım. 1 saat sonra bir kahvede olan randevumuzu ricam sayesinde bu hoş pastaneye aldırdım.
- Alo. Kaplan nerdesin? Göçmen civarında bir pastane keşfettim.
- Mutfaktayım baboş. Eğitim veriyordum. İş, yeni bitti.
- 1 saat sonra buraya gel de, bu pastaneye gidelim.
- Yevmiyemi bekliyorum. Tamam gelirim.
Aradan 1 saat geçmişti. Kaplan nihayetinde buluşma mevkisine geldi. Buluşma yerine geldiği vakit, havadaki vanilya aromasının o da farkına vardı. Dili, tadı iyi aldığı kadar burnu da bu hususta pek hassastı. Adeta lezzet detektörü olan Kaplan ile bu Pastane’ye güvercin adımlarla ilerlemeye başlamıştık. Pastane kapısına vardığımızda Kaplan, beyaz spor ayakkabısının tabanını yerdeki yeşil, oval paspasa haşin bir şekilde sürtüp önden pastaneye girdi. Hemen arkasından ben de teşrif ettim. Bu sırada pastane çalışanları arasında bir fısıldanma sezdik. Ayaklı lokanta fihristi Kaplan’ı tanımış olmalıydılar. Yerel gazetelerin köşe yazılarında ara sıra adı geçen ve fotoğrafı yayınlanan bir gurmeyi tanımamak, ayıp olarak nitelendirilebilirdi. Neyse ki böyle bir ayıp söz konusu değildi. Pastane’de bir masaya oturduktan birkaç dakika sonra işyeri sahibi Memoş Bey, önünü iliklediği fiyakalı takım elbisesi ve 2 numara gözlüğüyle masamıza teşrif etti.
- (Memoş) Aman efendim kimler gelmiş. Hoş geldiniz.
- (Kaplan) Hoşbulduk.
- (Memoş) Kaplan Bey sizsiniz galiba. Ben Memoş. Adınızı çok duyduk. Bizi şereflendirdiniz. Önceden haber verseydiniz bir karşılama yapardık.
- (Kaplan) Valla gideceğimiz yere gidiyoruz Memoş. Böyle şaşalı tavırlara karşıyız.
- (Memoş) İsterseniz gelin, size kısaca mutfağımızı gezdireyim.
- (Kaplan) Olur Memoş, severim mutfakları. Galoş var mı baboş?
- (Memoş) Tabii ki efendim, tabii ki…
Kaplan’ın bir mutfak gezintisine eşlik ediyordum. Kaplan, mutfakta eksik bulduklarına ekşi ekşi bakmış, beğendiği hususları da ‘’vauv’’ nidalarıyla dışa vurmuştu. Mekân sahibi Memoş Bey için Kaplan’dan alacağı not önemliydi. Çünkü Kaplan, bu pastane’yi boğazına düşkün yakın çevresine anlatacak; bununla da yetinmeyip belki bir yerel gazetenin arka sayfalarında bir yerde tavsiye edecekti. Bu yüzden Memoş Bey, Kaplan’ın üzerine bu kadar titremiş, onun nazarında prestij kazanmak için yağcılık yapıp, Kaplan’ın gönlünü şen sözleriyle şöyle bir okşayıp geçmişti.
İşletmenin genel hatlarıyla hijyenik bulduğumuz mutfağını gezdikten sonra masamıza geçip siparişi verdik. Kaplan ile mönüyü inceledikten sonra fırın sütlaç yeme kararı aldık. Aradan fazla zaman geçmeden Pastane sahibi Memoş Bey, bir garson edasında siparişlerimizi masamıza getirip afiyet diledi. Ayrıca sütlacını da methetmeden geçmedi.
- (Memoş) Efendim Sütümüz son derece doğaldır. Benim bacanak mandıra sahibi. Sütün en hasını o mandıradan tedarik edip, sütlü tatlılarımızı bu sütle yapıyoruz.
- (Kaplan) Öyle mi Memoş? Bak buna sevindim. Zaten seni görür görmez organik düşkünü olduğunu sezmiştim. Aferin sana.
- (Memoş) Aman efendim, teveccühünüz…
Memoş Bey yanımızdan ayrılırken Kaplan, onun cebine bahşiş mahiyetinde 5 liralık bir banknot koyup, onu adeta şereflendirdi. Memoş Bey’in bu sıradaki tavrı da istemem yan cebime koy kıvamındaydı.
Sütlacın geri kalan kısmını da yiyip hesabı ödedikten sonra mekândan ayrıldık. Bu pastane macerasından aklımda kalanlar sadece hoş bir vanilya kokusu ve fırın sütlacın hafif yanık tadı değildi. Kaplan sayesinde gördüğüm ayrıcalıklı bir müşteri muamelesi de beni etkilemişti. Keşke müşteri ayırt etmeksizin herkese böyle davranılsa diye iç geçirdim.
Bu serüvenden sonra o pastanenin ve bulunduğu sokağın bende ayrı bir yeri oldu. Bu vanilya kokusunu soluduğum sokak benim için artık Pastane sokağıydı. Beni mayışmış halimden canlandıran parke taşlı geniş bir sokak…
Emir Erten 

İspanyol Lokantası

Lokantalarıyla ünlü yarı elit bir caddenin dar kaldırımlarında yürüyordum. İçerisinde bulunduğum muhit, Kaplan’ın malikânesinin bulunduğu yere yakındı. Belki de Kaplan’ın evinin yakınlarda olmasıyla kentin ünlü lokantalarının neredeyse iç içe olmasında bir neden sonuç ilişkisi vardı. Lokantalar dış görünüşleri itibariyle birbirleriyle şıklık konusunda yarışıyor gibiydiler. Belki bu, Kaplan gibi yemek konusunda hikmet sahibi, damağına hâkim, boğazına düşkün; lakin dengeli beslenen birisine yaranmak içindi. Envai çeşit lokantanın ortak gayesi yine bir gün daha Kaplan gibi birini ağırlamak ve bu sayede prestij kazanmaktı. Acaba şanslı lokanta bu rüzgârlı cumartesi günü hangisi olacaktı?
Bu gün Kaplan ve Tomrukla bir kitapçıda buluşup edebi tartışmaların içerisine girecektik. Niyetimiz karşılıklı görüş alış verişinde bulunup; birbirimizi aydınlatmak, eksik noktalarımızı saptamaktı. Kitapçıda her zamanki gibi mutfakla ilgili kitapların olduğu reyondaydık. Kitapların simetrik bir şekilde istiflendiği bu reyonda kitaplardaki yazılardan çok görsellerle ilgilenmiştik. Bu, şüphesiz bize acıktığımızı hissettirmişti. Aç karnına sağlıklı görüş alışverişinde bulunamayacağımıza karar verip ivedi olarak kendimizi bir lokantaya atma kararı aldık. Bu kararı almadan önce de gözlerimizin içine bakmıştık. O an gözlerimiz ayna gibi tüm çıplaklığıyla acıktığımızı ele vermişti.
- (Kaplan) Ben acıktım. Kitapçıya sonra mı gelsek?
- (Tomruk) Yahu ben de acıktım. Bir ağaçkakan karnımı tırtıklıyor sanki.
- (Emir) Siz acıktıysanız ben hayli hayli acıktım. Zaten sabah pek bir şey yemedim. Ee Kaplan nereye gidelim. Sen civarı iyi bilirsin.
- (Kaplan) Baboş, şu 100 metre ilerde bir İspanyol lokantası var. Paella yeriz. Ucuz da hani. Tam kesemize göre. Ben tam not verdim.
- (Emir&Tomruk) Oley…
Kitapçıdan hemen ayrılıp kaldırımda yürümeye başladık. Yol boyunca Kaplan bize civarı tanıtıyor, lokantalar hakkında bilgiler veriyordu. Lokantalara o kadar hâkimdi ki mönülerini neredeyse ezbere biliyordu. Tomrukla beraber bu duruma o kadar çok şaşırmamıştık. Gurme olarak ün yapmış birisinin bu kadar bilgi sahibi olmasını yadırgamamak gerekirdi.
Şen lakırdılar arasında bu küçük İspanyol lokantasına vardık. İspanyol lokantası olmasına rağmen Türk mutfağından da yemeklerin olması hoştu. Masaya oturur oturmaz Kaplan, garsona işaret parmağıyla hareket yapıp sipariş vereceğini hissettirdi. Kaplan, masada fazla beklemeyi sevmediği için bu işaret parmağı bir müddet sonra orta parmağa dönüp müstehcen bir izlenim de yaratabilirdi. Neyse ki garson hemen geldi ve siparişi bir hamleyle aldı.
- (Kaplan) Yeğenim bize oradan 3 porsiyon paella. Bol olsun. Esirgeme ha!
- (Garson) Hemen ağabeylerime oradan 3 paella çek.
Hemen akabinde içeriden gür bir sesle bir personelden kendinden emin bir şekilde ‘’Peki’’ kelimesini duyduk. Lokanta’nın fazla kalabalık olmaması, siparişlerimizin en kısa zamanda geleceğine işaretti. Bir müddet bekleyince öngörümüzün doğru olduğunu anladık. Siparişler gelmişti.
- (Garson) İçecek ne istersiniz?
Kaplan, Tomruk ve ben, bu gizemli yemeğin yanında Şalgam içmeye karar verdik. Farklı bir lezzet deneyimi olacaktı. Bir taraftan İspanyol yemeği paella yedik. Bir taraftan hakiki Adana şalgamımızı yudumladık.
Serin hava dışarıda tüm şiddetiyle esmeye devam ederken biz bir öğünü daha bitirmiş ve kitapçıya tekrar gitmek niyetiyle hesabı ödeyip, masadan kalkmıştık.
Emir Erten 

Simyagerler Sempozyumu

  Simyagerler Sempozyumu “Maddeyi Anlamak, Zamanı Dönüştürmektir” Saygıdeğer simyagerler, bilgelik yolcuları, kadim sırların çağrısına kulak...

Etiketler